15 Şubat 2009 Pazar

BLINDNESS - CHOKE



KURTLAR, KUZULAR VE EDEBİYATIN AĞIR YÜKÜ

Alfred Hitchcock ile yapılan bir mülakatta yönetmene sormuşlar: Dostoyevski'nin 'Suç ve Ceza'sını filme çekmeyi düşünürmüsünüz?'. Alfred ise 'hayır' demiş. 'Çünkü o başkasının başarısıdır'. Edebiyat uyarlamaları söz konusu olduğunda benim aklıma hep yönetmenin bu sözleri gelir. Başkasının gerçekten başarılı olmuş bir kitabını filme çekmek ne kadar akla yatkındır ve bir yazarın şans perisi her zaman bir yönetmene de konar mı...
Malumunuz sinema dünyasının arka girişinde büyük eserlerin kötü filmlere çevrilmiş bozuk konserveleri kocaman bir çöplük oluşturur. Bir kitabı beyazperdeye aktarmanın avantajları vardır. İyi bir konu bulma derdinden sizi kurtarır. Hele bir de okuyucularca da sevilmişse değmeyin keyfinize. Ama bunun yanında büyük laneti de beraberinde getirir. Kitabı bilen izleyicinin yarattığı hayal alemini geçmeniz gerekir. Eğer seyircinin bu çıtasını geçemezseniz, izleyici ağzında biriktirdiği küfürleri anında suratınıza kusar. Aynı zamanda iyi kitaplar ince cam gibidir. Yanlış bir harekette elinizden kayar ve tuzla buz olur. Sizin payınıza da aval aval bakmak düşer.
Tüm bunlar ışığında, iki edebiyat uyarlaması olan Körlük ve Tıkanma filmlerini tanıtmak için bir sıfat gerekseydi bu kesinlikle 'şanssız' olurdu. Çünkü iki filmi de uyarlandığı kitaplardan ayrı değerlendirebilseydim, çok büyük kusurlar bulmazdım. Ama gelin görün ki, kitaplar bu filmleri sinsi bir gölge gibi takip ediyor. Örneğin Jose Saramago'nun kitabı şu ana kadar okuduğum kitaplar içinde en büyük distopik kabusu gördürüyordu: Bir gün nedeni bilinmeyen bir salgınla tüm insanlar -bir kadın dışında- beyaz bir körlüğe mahkum olurlar ve hem devlet iktidarının hem de kendi içinde oluşan iktidarın kurtluğu karşısında bir kuzu gibi tuzağa düşerler. Bu kitapla birlikte hem modern sistemin ne kadar çabuk kırılabileceğini hem de insanın ne kadar evcilleştirilmeye çalışılsa da içindeki ilkel hayvanın fırsat bulduğu anda kilitli kafesinden nasıl kaçabileceğini görürüz. Ve de dünyada yaşanan milyon yanlışa, haksızlığa ve hataya nasıl kör kalınabildiğini ve bu kör korkaklıkla nasıl herşeyini çekinmeden sunabileceğini, bunu yapanların bu beyaz karanlıkta nasıl devam edebildiğini ve görenlerin aslında en büyük acıyı yaşadığını anlarız. İşte böylesine tehlikeli sularda yüzen bir kitabın filminin işi de zor oluyor. Böylesine bir kitabı okuyan ve kafasında tasarlayan okuyucunun karşısında on takla atsanız da pek para etmiyor. İzleyicinin ağzından duyabileceğiniz tek cümle de şu oluyor: 'Bu filmi görmüştüm ben senden önce defalarca.'
Tıkanma filmine gelirsek bu sefer karşımızda başka bir durum sözkonusu: İnsan insanın değil, kendisinin kurdudur. Çünkü kahramanımız Victor'un en büyük düşmanı yine kendisi. Victor hem kurt hem kuzu olmaktan kurtulamıyor. Hem sevilmek istiyor hem de sevgiden kaçıyor. Bu yüzden de karşımıza duygularını sadece hard seks yaparak dışa vurabilen, lokantalarda sahte boğulma numaraları çekerek yabancıların şefkati ve parası peşinde olan bir İsa olarak çıkıyor. Tıkanma filminin en büyük talihsizliği, Körlük gibi, büyük bir kitaptan uyarlanmış olması. Günümüzün en parlak yazarlarından Chuck Palahniuk'un zekasının ürünü olan bu eseri okumamış ama filmi izlemiş biri olarak bile kitabın filmden çok daha iyi olduğunu anlayabiliyorum. Seks bağımlılığından rol kesmeye, annelerden delilere, şefkatten çocukluk acılarına bir çok konunun cirit attığı filmde bunlar ancak tadımlık kalmış. Yönetmen adeta Palahniuk'un büyük bir kazanda servis ettiği yemeklerden bir çay kaşığı kadarını almayı tercih etmiş. Ortaya da mükellef bir kral sofrası yerine bir aperatif tabağı çıkarmış. Ama maalesef bir sorun var; ben obur herifin tekiyim.

Hiç yorum yok: