25 Mart 2009 Çarşamba

DANSÖZ


KOBRA, YAPTIN İŞLERİ ÇORBA

" Dansöz - Bir Çingene Masalı " filmi iki yönden önem arzeden bir iş. Birincisi Türk sinema tarihinin görüp görebileceği en büyük başarısızlıklardan biri. Bu konuda Savaş Ay'a insan şaşırmadan edemiyor. Tamam dünya yüzünde milyonlarca kötü film vardır. Ama bu kadar da kötü olmayı becermek de büyük bir sabır ve emek ürünü olmalı. Filmin başında nasıl bir yaratıkla karşılaşacağınızı tahmin ettiğinizi sanıyorsunuz ama aldanıyorsunuz. Bu kadar da olamaz derken, bi bakıyorsunuz aslında olabiliyormuş. Böylece filmin başında bu kötülükler size eğlenceli gelirken zaman ilerledikçe bir azaba dönüşüyor. Bunu filmdeki bir lafla açıklamak gerekirse gözümüzü oyan iş ancak " Hayriye, ayrı ye" lafının barındırdığı zeka ve eğlence kadar. Film neden kötü derseniz saymaya başlayayım. Birincisi filmin başında komik bir Hz. İsa kılığına girmiş Fikret Kuşkan ile çingene kılığındaki Mustafa Altıoklar ile Fedon'u görmek. İkincisi filmin ses kurgusu rezalet. Oyuncuların kendi seslerini bi de stüdyoda kaydetmesi çok kötü bir sonuç ortaya çıkarmış. Üçüncü olarak bir sahneden diğer bir sahneye geçerken ekranın zırt pırt kararması insanı oldukça yoruyor ve insanı daha yaratıcı bişey düşünülemez miydi diye uzak düşlere daldırıyor. Dördüncü olarak filmde karşımıza çıkan garipliklerin ayrı bir terane olması. Bir yandan ultra zengin kızın dansöz olma sevdasını anlamaya çalışırken diğer taraftan samanlıkta, sevdiği dansöz- çingene kızı üstsüz bir şekilde oynatabilen bıçkın delikanlının sevdiğim kızla evlenemiyorum nidalarına nasıl inansam diye düşünüyorsunuz. Bir Yandan Hayriye bacımızı dansözlük yarışmasına hazırlayan Kobra'nın o kadar kendini hırpalamasına rağmen filmin sonunda dansın yarışması olmaz, dansın şenliği olur lafının altındaki derin manayı çözmeye çalışıyoruz, öte yandan yarı felçli bir şekilde tekerlekli sandalyeye mahkum Kobra'nın belden yukarı dansına şok oluyorsunuz. Üstüne Çolpan İlhan gibi devvvvvvv bir oyuncunun düştüğü duruma üzülmek, Kerem Alışık'ın yetersizliği, Savaş Ay'ın keli-göbeği, Panter Emel'in dişleri ve Kobra'ya yazılan şarkının Savaş Ay'ın oğlu Ulaşcan Ay'ın uyuz bir şarkısı çıkması eklenince dayanılmaz zulümü yaşıyorsunuz.
Filmin büyük bir masturbasyon ve soft-porno olması filmi önemli kılan ikinci sebep. Filmlerin aslında bir masturbasyon olması fikrine hay hay diyebilirim ama boşalmanın da bir sınırı vardır be kardeşim. Savaş Ay'ın kötü bir film çekmesi yetmemiş üstüne bir de berbat bir oyunculukla kendini bir rol apartmış. O da olmamış,olur olmaz yerlerde bülbül gibi ötmüş. Bu da az gelmiş, o göbekli-yaşlı-kel haliyle yavruyu filmde götürmüş. Buna ancak oha denir. Mübarek Woody Alen mı oldun abicim. Demem o ki masturbasyon yaparsanız yapın ama iki saate yakın masturbasyon zevk vermez, insanı yorar sadece. Soft-porno kısmına gelirsek, ucuz soft-porno bir filmin popüler sinema adı altında bize yutturulmaya çalışılması ayrı bir önemli özellik. Fora edilen göğüsler, terli göbek ve bacaklar, banyo sefaları, yaşlı adam-genç kız fantezisi, samanlıkta pişirilen işler, lezbiyen yakınlaşmalar,... Alın size bir soft-porno filmde karşınıza çıkabilecek unsurlar. Belki filmin adı " Dansöz" olur o kadar diyebilirsiniz ama, yanlış biliyorsam düzeltin, dansözlükte memeden önce gelmesi gereken dansın kendisi değil midir ?

18 Mart 2009 Çarşamba

OPENING NIGHT


PERDE AÇILIYOR

Amerikan bağımsız sinemasının babası olarak gösterilen John Cassavates'in önemli filmlerinden biri olan "Opening Night" bizi show business ve sanat diyarlarının arka bahçesine götürüyor. "Second Woman" adında bir tiyatro oyunun provalarından prömiyerine kadar geçen zaman diliminde oyunun ve filmin başoyuncusu olan Myrtle Gordon karakterini merkezinde tutarak sanatçı psikolojisi, sahne ışıklarının karanlıkta kalan köşeleri, yaşlılık gibi konularda kendini bilen şekilde hikayesini anlatıyor. Myrtle Gordon, oyun çıkışında kalabalık hayran kitlesinin içinden bir kızla konuşur ve kızdan garip bir şekilde etkilenir. Kıza ertesi gün kendisini görmesini söyleyip oyun arkadaşlarıyla birlikte bir arabaya atlar. Araba az biraz hareket etmişken, başka bir araba hayran kıza çarpar ve kız orada ölür. Ve böylece Myrtle Gordon'un hikayesi başlar. Bir yandan ölen kızın ruhu onu sık sık ziyaret ederken diğer taraftan oyunun provaları çıkmaza girer. Bu da yetmezmiş gibi üstüne Myrtle'ın yaşlılık buhranları eklenir. Böylece hem karakterimiz hem de oyunun diğer elemanları için işler çıkmaza girer.
Filmin bir sahnesinde Myrtle 17 yaşında ne kadar farklı, heyecanlı ve güçlü olduğundan bahseder. Ölen kız da 17 yaşındadır ve görünüş ve hal olarak kendisine çok benzemektedir. O yüzden kızın ölmesi bir açıdan onun da gençliğinin ölmesidir. 17 yaşındaki o halini bir daha yaşayamayacağını bilmek onu delilik sınırına bir adım daha yaklaştırır. Ayrıca filmin bir kaç yerinde Myrtle'a yaşı sorulduğunda o hiç bir zaman tam olarak yaşını söylemez, ağzından hiç bir rakam duymayız. Çünkü Myrtle yaşlılığı hiçbir zaman kendine yakıştırmaz; filmdeki tiyatro oyunun manidar ismiyle dersek 'ikinci kadın olmak' istemez, bundan korkar. Bu durum öyle bir hal alır ki, başta dost olduğu ölü kızın yanılsamaları bir noktadan sonra can düşmanı oluverir. Tüm bunlardan kurtulmanın, "bir"den sonra "iki"nin gelmesinin tek çaresi de "bir"in sırasını savmasıdır. Ne zamanki Myrtle ölü kızı bir kez daha öldürür ve ikinci kadın olmayı kabul eder o zaman işler yoluna girmeye başlar gibi olur.
Bunun yanında "İkinci Kadın" oyununun başlarda bir dram havasında giderken en sonda bir farsa dönüşmesi oldukça ilginçtir. Kim bilir belki de filmdeki ve gerçek hayattaki olumsuzlukların çözülmesinin çaresi işleri biraz dalgaya vurmak ve dürüst olmaktan geçiyordur. Tüm bunların yanısıra "Opening Night" aslında sahne arkasının filmi. Hayranı olduğumuz ve bir yıldız kadar uzak olduğunu düşündüğümüz oyuncuların o kadar da parlak olmadığını görebiliyoruz. Mesela araba çarpan bir kıza yardım etmek yerine lokantaya gitmeyi tercih eden, rol icabı da olsa tokat yemekten ödü kopan, her oyun sonrasında içkileri fondip yapan, hatta oyuna zilzurna sarhoş şekilde çıkan oyuncuları; sarhoş olması yüzünden oyunu iptal etmeyi düşünen yapımcının gerçek sebebi değil de oyuncunun hasta olduğu gibi yalan bir bahane uydurabileceğini, dekorun arkasında aslında nelerin döndüğünü ve oyundaki bir oyuncunun kayışı kopardığı zaman diğer oyuncuların düştüğü trajikomik durumu bu filmde görebiliyoruz. Üstüne bir de sinemanın en farklı ve güzel oyuncularından Gena Rowlands'ı izlemek ve yine en sevdiğim filmlerden biri olan " Todo Sobre Mi Madre"deki araba kazası sahnesinin bu filmden alındığını görmek filmin değerini bir kat daha arttırıyor.

12 Mart 2009 Perşembe

RING OF DEATH


BURKE ÇIKAR MEYDANE

'Ring of Death' televizyon için çekilmiş, televizyon kanallarında gece yarısından sonra karşımıza çıkabilecek sıradan dövüş filmlerinden sadece biri. Eski polis, yeni kaybeden Burke, FBI'da çalışan eski ortağının teklifini kabul eder ve kirli işlerin döndüğü bir hapisanenin foyasını meydana çıkarmak için işbirliğine girişir. Ve böylece birbirinden gariplikleri izlemek seyirciye düşer. Mesela, sözde FBI kahramanımızın geçmişi hakkındaki bilgileri siler ve onu suçlu kılığına sokar. Ama Allah aşkına FBI bunları yapmışken göstermelik bir polis arabası kaçırma olayının anlamı nedir? Bunu geçelim, peki o hapisanede yapılan dövüşleri kameradan izleyen insanların hali nedir? O kadar kirli, gizli iş çevirmenin amacı dövüşleri sadece kameradan izlemek için mi... İnsan bari ringin etrafına bir iki sandalye atar da canlı kanlı kırılan ağızları, dökülen dişleri izler. Bunu istemiyorsan otur evinde televizyondaki dövüşleri izle; bu da yoksa nerde kaldı 'suçlu zevk'. Başka bir gariplik, sahnenin birinde Burke sözüm ona FBI'ya mesaj yazarken, yan hücredeki gammazcı amca onu kocaman bir ayna parçasıyla izliyor. Kardeşim sen nasıl bir polismişsin be... Adam kol kadar şeyle seni röntgenliyor sen hala birşey çakmıyorsun. Yemeğine konulan şapı fazla mı kaçırdılar nedir... Onu geçtim tiplere ne demeli. Hapisane müdürünün kılığına baksan genelev mama'sı, Burke'un eşi Mary'e baksan sanki iki işte çalışan biri değil de günde üç öğün botoks yaptıran manyak bir kaltak zannedersin. Filmimizin bir de cinsellik boyutu var ki aman aman... Filmimiz hapisanede geçtiğinden ortalıkta kadın yok, hapisanedeki adamlar da dövüş manyağı olduğundan çoğu iri kıyım. Film böyle homoerotik takılırken bi de bakıyoruz iki yavru piliç ringde lezbo takılıyor. Açıkçası filmimiz ben gey değilim ama biseksüel olabilirim diye bizi uyarıyor. Böylelikle de filmlerin de cinsiyetinin olabileceğini öğrenmiş oluyoruz. Bu da birşeydir. Tüm bunlara rağmen filme kızamıyorum. Adı üzerinde 'suçlu zevk'. Bu filmler tıpkı osurmak gibidir. Pis bişeydir ama hoşunuza gider, sizi rahatlatır. Son olarak da umarım filmimizin başrol oyuncusu Johnny Messner'ı yeni bir Jason Statham olarak görürüz ilerleyen zamanlarda. Gerçi pek umudumuz yok ama, istemekten de birşey olmaz.

9 Mart 2009 Pazartesi

SMALL TIME CROOKS - SEX DRIVE



KURBAĞA - ÖKÜZ MESELESİ VE ÇOCUKLARINI SEVMEK

Bir hikaye vardır bilmem bilir misiniz. Bir gün bir kurbağa etrafta vraklayıp gezerken bir öküz görür. Öküzün büyük cüssesine hayran kalır ve onun gibi olmak ister. Bu yüzden de minicik vücudunu şişirdikçe şişirir, şişirdikçe şişirir. Son kalan nefesiyle vücudunu şişirip tam öküzün boyutlarına erişir. Ve bilin bakalım ne olur? Zavallı kermitcik bum diye patlar. Tıpkı ne olduğunu, sınırlarını, haddini bilmeyen filmler gibi. Ama kurbağanın patlaması sadece kendine zarar verir. Filmlerin patlaması ise kendisiyle birlikte seyircinin beynini götürür. Ama neyse ki, kurbağa olduğunun farkında olan ve kurbağa olmaktan gurur duyan filmler de var. Bilirsiniz öküz olmak her zaman iyi bir şey değildir ve küçük kurbağalar daha sevimlidir.
Geçen hafta izlediğim 'Small Time Crooks' ve 'Sex Drive' filmleri benim için bu kategoride. 'Small Time Crooks'dan başlarsak ilk önce besmele niyetine Woody Allen'dan başlamalıyız. Woody bilindiği üzere 'Annie Hall' gibi ödül fatihi filmlerden tutun da 'Interiors' gibi Bergman esintileri taşıyan filmlere ve oradan da 'Match Point' gibi mizah duygusundan nebze nasiplenmemiş gerilim çekebilecek kapasiteye sahip büyük bir adam. Ama bazen büyük adamlar bile keyfinin dalgasına kapılmak ister. 'Small Time Crooks'da da Woody canının istediğini yapıyor ve limonata gibi bir film çekiyor. Bankayı soyup zengin olma hayalleri kuran Ray, birbirinden 'dahi' üç ortağıyla bankanın bir kaç dükkan ötesindeki boş bir yeri tutuyor ve makineli tüfek gibi konuşan karısı Frenchy bu yeri kurabiyeci olarak işletmeye başlıyor. Amaç kurabiyeci dükkanını paravan olarak kullanmak ve dükkandan banka uzanan bir tünel kazıp kasaya ulaşmak. Ama gelin görün ki Ray enseleniyor ama Frenchy'nin kurabiyeleri büyük ün kazanıyor ve para kurabiyelerden geliyor. Kulağa absürd geldiğinin farkındayım ama konu böyle. Filmin güzelliği de zaten bu absürdlüğünden geliyor. Woody önemli şeyler anlatma peşinde değil. Tıpkı arkadaşlar arasında yapılan geyik muhabbetleri gibi bu film. Hani arkadaşlarla bir çok ıvır zıvırdan, gereksiz mevzulardan bahsederiz; sonuca bakınca hiçbirşey kazanmamışızdır lakin o muhabbetin yerini birşey tutmaz ya bu da öyle. Çünkü önemli olan içerik değil muhabbettir. Woody bu filmde bunları yaparken de kendini büyük gösterme sevdasına hiçbir zaman kapılmaz. Çünkü kurbağa olmak hoşuna gider ve bilir ki her kurbağanın içinde bir prens gizlidir sinema seyircisi için.
'Sex Drive'a gelince bu filmin en çok küçüklüğünü ve dürüstlüğünü sevdim. Filmin izlediğim dvd versiyonunda yönetmenlerimiz bir penis, bir kuku ve iki göğüs eşliğinde filmlerini tanıtır ve filmde bunlardan bolca yer alacağını belirtir. Sözlerinde de dururlar. Filmin alakalı alakasız yerlerinde anadan üryan ablalar ekranın önünden bir bir geçer, penisler kendilerini salıverip çayırlar da koşup özgürlüğün tadını çıkarırlar. Bu filmimiz de kendini makaraya alır. Bakire erkek kahramanımız bu lanetini kırmak için internetten tanıştığı kızla buluşmak için şehrin diğer ucuna doğru yola çıkar. Şeytan tüyüne sahip çapkın arkadaşı ve kanki hanım arkadaşı ona bu yolculukta yoldaşlık ederler. Ve bu yolda karşılarına garip olaylar ve kafayı sıyırmış insanlar çıkar. Görüldüğü gibi klişe bir Amerikan gençlik filmi konusuna sahip olan 'Sex Drive' tüm bunlara rağmen türdeşlerinden ayrılıyor. Çünkü çok da ahım şahım bir halt anlatmadıklarının onlar da farkında. Bu yüzden kurbağa olmanın erdemini sonuna kadar yaşıyorlar. Ve türdeşleri gibi gösteriyormuş gibi yapmıyorlar. Meme mi istiyorsun al sana, kuku mu canın çekti buyur diyorlar.
Filmlerimiz bunları yaparken bir şeyi daha elden bırakmıyorlar. 'Small Time Crooks'da sanki yanlış gezegene düşmüş izlenimi veren Ray, Frenchy, May garip insanlar olmaktan çıkıp keşke komşumuz olsa dedirten tipler oluyorlar. 'Sex Drive'da yüzlerce örneğini gördüğümüz tipler olan Ian ve Lance normalde kıçlarına tekmeyi basma hissiyatı doğarma ihtimali varken bu filmde sevgi kelebeklerimiz oluyorlar. Bunlar da yönetmenlerin karakterlerini 'çocukları' gibi görmesi ve sevmesi sayesinde oluyor.