1 Ocak 2010 Cuma

TAKING WOODSTOCK - ACROSS THE UNIVERSE




İŞTE ÖZGÜR DÜNYA

Filmleri neden seversiniz? İyi bir hikaye anlattığı için mi, sevdiğniz oyuncuları görebilmek için mi, ya da sinema teknolojisinin ulaştığı son noktanın ürünleri olan efektleri doyumsuzca izlemek için mi? Bunların hepsi makul sebepler. Ama benim için en büyük ve ilk sebep değil. Ben filmleri çok severim çünkü çoğu zaman kendim olmaktan sıkılırım. Başka bedenlerde, başka zamanlarda, başka diyarlarda var olmak isterim. Süper güçlerim de maalesef olmadığından biraz sihire ve yanılsamaya ihtiyaç duyarım. Bu ihtiyacı sağlayan tek şey ise bu dünyada sanattır. Sanat dalları içinde de sinema benim bu düşlerimi gerçekleştiren en önemli araçtır. Ama unutmamak gerekir ki her film bunun için uygun değildir. Eğer atmosfer denen katmanı bir film oluşturabilmişse o zaman başka hayatların merkezine doğru seyahat etmeye hazırım demektir.
Örnek mi istiyorsunuz; alın size "Taking Woodstock" ve "Across The Universe". Biri efsanevi Woodstock konserinin tam ortasına bizi atan, diğeri çiçek çocukların tomurcuklarının Beatles şarkıları eşliğinde patlamaya başladığı zamanlara bizi ışınlayan iki film. Savaşların ortasında, kendini bulma labirentlerinin karmaşık dönemeçlerinde, bir kaşif misali aşkı, hayatı, ölümü, özgürlüğü, müziği, dünyayı, kendini, karşındakini keşfetmeye ve bulmaya çalışan ruhların masalını bize fısıldayan iki kocaman düş. Düşlerde insan özgür olur. Çünkü o bölüm sadece size aittir ve oranın tek efendisi sizsinizdir. Ya da eğer imkanınız olsaydı Woodstock'da. Çamurlarda kayarken, üstünüzdeki tüm kıyafetleri çıkarırken, asit deryalarına akarken, rock 'n' roll la özgür olurdunuz. Veya sonsuz çilek tarlalarında, gökyüzündeki elmaslı kızı izleyip, aklınızdan tek ihtiyacınızın aşk olduğunu hiç çıkarmayarak özgürküğün sonsuz yollarında koşabilirsiniz. Bunları da yapamıyorsanız oturup film izleyin. Yeter ki siz tutsak olmaktan vazgeçin. Bir acil çıkış kapısı her zaman vardır.

Hiç yorum yok: