28 Şubat 2009 Cumartesi

THE FALL


GÜNDÜZ DÜŞLERİ

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde Dünya adlı gezegende adına 'Sinema' denilen bir şey ortaya çıkmış. Bu şey diğer şeylere hem çok benziyormuş hem de hiç benzemiyormuş. Roman desen roman değilmiş, resim desen resim değilmiş. İçinde müzik de varmış tiyatro da. Ama bunlardan apayrı bir varlığa sahipmiş. Velhasıl kelam, Sinema denilen bu şey insana uyanıkken düşler gördürüyormuş. Bir bakmışsın karşında savaşan yüzlerce adam var, bir bakmışsın birbirini delice seven iki aşık. Bu Sinema denilen şeyin sevdasına bir çok yönetmen, oyuncu, senarist tutulmuş. Bu sevdaya tutulmanın da dini, dili, rengi, yaşı, cinsiyeti yokmuş. Çünkü herkes düş görebilirmiş. Bu uğurda binlerce, belki de milyonlarca, film çekilmiş. Bunların birçoğu çok güzelmiş, birçoğu da o kada iyi değilmiş.
Ve birgün Tarsem adında bir adam 'The Fall' adında bir masal anlatmış bu aşkla. Başkahramanları kalbi kırık bir adamla tıpkı bizler gibi masalları seven sevimli ve tombiş küçük bir kızmış. Bu adam da tıpkı Sinema'nın bize anlattığı gibi küçük kıza masallar anlatmış. İçinde köleler de varmış korsanlar da. Kötü adamlar da varmış aşıklar da. Farklı kültürler de varmış farklı kıtalar da. Ama Tarsem'in asıl gayesi aslında onu da kendine aşık eden Sinema hakkında bir masal anlatmakmış. Bunu da başarmış. Çünkü filmde Sinema içinde sadece başrol oyuncularının olmadığını, dublörlerin de olduğunu hatırlatmış. Sinema denilen şeyin aslında bir görüntü işi olduğunu, görüntünün fotoğrafa, fotoğrafın da resim sanatına dayandığını, bize büyük ressamların tablolarını kıskandıracak eserleri bu filmde kullanarak göstermiş. En son olarak da Sinema'nın tek amacının masallar anlatarak gündüz düşleri gördürmek olduğunu, masalların iyi veya kötü bitmesinin bizim elimizde olduğunu, çünkü anlatılanın aslında herkesin kendine ait ayrı düşü olduğunu bize söylemiş. Böylece Tarsem ermiş muradına, izleyiciler de çıkmış kerevetine.

Hiç yorum yok: