28 Şubat 2009 Cumartesi

A FISH CALLED WANDA - IN BRUGES



SUÇLAR, KÜLTÜRLER VE ŞEHİRLER

İnsanı tamamlayan faktörler nelerdir? Sadece insanın iyi özellikleri kişiyi tanımlamaya yeter mi? Kişin suçları, günahları da varlığın bir parçası değil midir? Ya da işlenen bir suç insanı bir adım karanlığa daha götürür mü yoksa çıkış yolunu bulmak için bir ışık vazifesi görür mü? Veya kişinin kendi benliğini bulması için sadece kendi çabası yeter mi yoksa dış güçler de bizi şekillendirir mi? Fransa'da doğan bir insan Japonya'da doğsaydı bambaşka biri olabilir miydi? Ya da hiç bilmediği, daha önce nerde olduğu hakkında en ufak bir fikri olmadığı bir yere giden insan aslında kendi içini görebilir mi? Ve bu durumlar bizim için hayatın komik yüzünü mü gösterir yoksa akan gözyaşlarını mı?
'A Fish Called Wanda' filminde bu soruların bir kaçının cevaplarının peşine düşebiliriz. Filmimizin esas kahramanları büyük bir soygun gerçekleştirirler. Hepsinin amacı büyük vurgunun üzerine tek başına konmaktır. Sözde bir grup olmalarına rağmen fırsat buldukları anda birbirilerinin kuyularını kazmak için nöbette beklemektedirler. Fakat bu kişiler hem soyguncu hem de arkadan kazıklamaya hazır kişiler olmalarına rağmen onları kötü olarak nitelendiremeyiz. Yani kişlerin bazı kusurları onları damgalamak için yeterli değildir. Diğer taraftan filmimizdeki avukat karakterine dönersek karşımızda toplum tarafından iyi gösterebilecek bir adalet insanı vardır. Ama bu adalet insanı bir noktadan sonra zıvanadan çıkabilir ve rolleri değişip büyük vurgunun üstüne konabilir. Veya herkesi kendine aşık eden fettan soyguncu olarak görünen Wanda'nın asıl mutlu olduğu şey ondört tane çocuk doğurmak olabilir. Bu durumda bir soyguncu bir avukata eşit olabilir. Diğer taraftan filmin yaşanılan yerler veya içinde bulunulan kültür hakkında ilginç saptamaları var. Mesela farklı bir milletten olmak diğer milletlerden olan kişilere karşı tavrımızı belirleyebilir, hyayatlarını devam ettirmelerinin yegane sebebinin kendi ulusumuz olduğu fikrine sokabilir. Ya da aynı dili konuştuğumuz insan değil de İtalyanca veya Rusça sözler bizi tahrik edebilir. Bir yerde suçlu veya mutsuz olan bir kişi farklı bir yerde doğru yolu ve mutluluğu bulabilir, hatta Adalet Bakanı bile olabilir.
'In Bruges' filminde ise 'A Fish Called Wanda' filminin aksine suçun komedi değil de dram tarafına tanıklık ederiz. İsteyerek işlemediğimiz bir suç vicdanımızın sesini duymamızı sağlayabilir. Öldürdüğü onlarca insan için yas tutmayan karakterimiz, yanlışlılkla öldürdüğü küçük bir çocuk yüzünden kendini sorgulayabilir. Bu olay diğer çocukları ve kendisini kurtarması için bir sebep olabilir. Öte yandan, işi öldürmek olan diğer katilimizin vazifesinin artık yaşamları sona erdirmek değil de yaşamları bağışlamak olduğu bilincini uyandırabilir. Böylece bir suç, diğer suçların temizlenmesine sebep olabilir. Aynı zamanda hiçbilmediğimiz, kolayca kaybolabileceğimiz bir yer kendimizi bulmamıza yardım edebilir. Şehirlerin de aslında bir ruhu olduğunu, içimizdeki iyiliği, hayatımızın aşkını, veya mezarlarımızı bu hiç bilmediğimiz şehirlerde bulabiliriz. Ve son olarak da 'In Bruges' filmindeki şehrin kullanımının 'Don't Look Now' filmiyle kıyaslanabileceğini farkedebiliriz ve yönetmenin bu filme 'saygılarını sunması' mı desek 'selamlaması' karşısında hayran kalabiliriz.

Hiç yorum yok: